21 Şubat 2017 Salı

'PK' Peekay Film Eleştirisi


  Sap No:2 olarak benimde zevkle izlediğim ve dersler çıkardığım bir film olan Peekay film eleştirisini Saman sizin için yazdı :)

PK  (PEEKAY)


  “O kadar galaksi içinden sadece bizim gezegenimizde hayat olması imkansız değil midir? Tıpkı bizim onları kanıtlamamız için Ay’a, Mars’a gitmemiz gibi onlar da buraya varlığımızı kanıtlamaya gelebilirler”
Çok uzak bir gezegenden  Dünya’yı keşfetmeye gelen  uzaylının (Aamir Khan), uzay gemisini çağırmaya yarayan kontrol cihazını (kolye) çaldırmasıyla başlar her şey. Dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen Pk,kolyesini bulmak için yollara düşer.Bu sırada karşılaştığı herkesten ‘Sana ancak Tanrı yardım edebilir’ sözünü işitir ve böylece kolyesini bulması için Tanrı’ya ulaşmaya çalışır.


  Hindistan’da başına gelen olaylar, Dünya’yı tanımaya çalışması ve yaşadığı masum aşk filmimizin konusunu oluşturuyor.Filmin içeriğine değinecek olursam,insanlığın  din hakkındaki dogmatik fikirleri,körü körüne,düşünmeden benimsedikleri  yalancı Tanrı’lar ,din adı altına yapılan saçmalıklar ele alınmıştır.

  Dünya’nın her yerinde inanç kavramı herkes için ortak oldukça hassas bir noktadır.Mensup olunan dinler farklılık  gösterse bile duyulan saygı ve verilen önem yine herkes için ortak noktadır.Günümüzde olduğu gibi dini korkulması gereken bir obje haline getirip,inançlar  üzerinden çıkar sağlamaya çalışan insanları Pk en iyi şekilde gözler önüne sermiş diye düşünüyorum.Hikayede ki dünyalı olmayan birinin dünyamıza gelip önyargılarımızı,din anlayışımızı kısacası dünyaya bakış açımızı çözmeye çalışması Pk’yi  eleştiri yağmuruna tutulmaktan kurtarmışa benziyor.Ancak bir uzaylı dünyadaki düzeni böylesine masumane ve objektif bir dille eleştirebilirdi.

  Uzun ve bol müzikalli Hint filmlerine karşı ön yargısı olanlar için Pk’den başlamak  doğru seçim olur.Konusundan kaynaklı olsa gerek müzikler yerli yerinde ve tadında bırakılmış.Güldürdüğü kadar düşündüren ustaca kaleme alınmış bir senaryo kesinlikle.”Sizin dünyanızda iki tane yaratıcı var:Birincisi sizi yaratan,ikincisi sizin uydurduğunuz yaratıcı”  diyor Pk. Birçok replikleri akıllarda yer edinecek kadar güzel bir film.Her saniyesinden keyif alacağınızın garantisini verebilirim.Filmde eleştirilecek kötü bir yan inanın görmüyorum.Belki bazıları için ‘sallanan arabalar’ sahnesi hoş karşılanmayabilir ama onun dışında her şey muazzam.İzlerken dikkatinizi dağıtabilir diye düşündüğüm bir şeyi de eklemek istiyorum:Karakterimize sürekli adı olmadığı halde Pk (Peekay) deniliyor.Tam anlamını karşılamasa da Pk,sarhoş aklı başında olmayan demekmiş.Ölmeden önce izlemeniz gereken bir film diye iddialı bir cümle kurup izlemenize şiddetle tavsiye ediyorum.


İyi seyirler  J  Saman 

15 Şubat 2017 Çarşamba

Küçük Prens

Büyüklerin küçük kahramanı. Masumiyetin en saf hali. Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens adlı kitabının çok sevildiğini biliyorum. Çocuk kitabı olmasına rağmen büyüklerin daha çok ilgisini çekiyor bu kitap. Peki, neden seviyoruz bu sevgili dostumuzu bu kadar? Her okuyuşta kendimizden bir şeyler bulduğumuz için mi acaba? İnsanların en dip köşelerinde kalmış o masumane, çocuksu duyguları açığa çıkarıp dile getirdiği için mi yoksa?
            Bu kitabı ilk kez okuduğumda sanıyorum 11-12 yaşlarındaydım. Tabii her çocuk gibi önce kitaptaki resimler dikkatimi çekmişti. Çünkü o resimler farklıydı. Basitti. Bir ressamın elinden çıkmadığı belliydi ama sevgi doluydu sanki. Yani bana böyle hissettirmişti. Sonra okumaya başladım altı yaşında bir çocuğun resimle yakından ilgilenmesiyle başlıyordu hikâye. Büyüklere çizdiği resimleri gösterince ise aldığı cevaplar pek de olumlu olmuyordu. Çünkü büyükler onun o resimlerde anlatmak istediğini hiçbir zaman anlamıyorlar ve sadece bununla da kalmayıp onu bu yeteneğinden vazgeçirmeye çalışıp coğrafya, matematik, aritmetik gibi daha bilimsel derslerle uğraşması gerektiğini söylüyorlardı. Büyüklerinin istedikleri ne yazık ki olur. En azından bir çocuğun hevesini kırmaya yetebilecek kadar doğru düşünürler hep onlar zaten. Öyle de olmuştu. Onu resimle uğraşmaktan vazgeçirmeyi başarmışlardı. Ve çocuk pilot olmuştu. Büyükler ne kadar uğraşıp bir yerde rotayı değiştirseler de insanların hayatlarında başlarına gelebilecek güzel şeyleri değiştiremezler. Coğrafyaya büyük ilgi duyan pilotumuzun yolu bir gün talihsiz bir kazayla ıssız bir çöle düşmüştü. İşte asıl hikâye ise burada başlamıştı. Aslında pilotumuz o kadar şanslıydı ki her büyüğün karşılaşması gereken bir dost çıkmıştı orada karşısına. Küçük Prens.
            Kitabı okuyup bitirdiğimde düşündüm, özümsemeye çalıştım daha doğrusu. Pusula niteliğinde bir kitap adeta. Bu kitabı bitirip o son sayfayı kapatırken aslında hepimizin Küçük Prens gibi bir dosta ihtiyacımız olduğunu düşündüm. Küçük şeylerle mutlu olabilen bir Küçük Prens’e.
            İnsanların hayatlarında kırılma noktaları olur. İşte bu dönemde bir kitap, bir müzik, bir film başrol oynar. Yön verir hayatınıza, bir şeyleri sorgulamanızı sağlar mesela. İşte benim başrolüm Küçük Prens. Bu kitapta verilmek istenen mesaj o kadar fazla ki aslında almak isteyene. Her okuyan kendini bir yerde bulur. Ve herkesin bulunduğu yer farklıdır bence. Hayatımın sonuna kadar bıkmadan tekrar tekrar okuyabileceğim bir eser. İnsani duygularınızdan ne zaman uzaklaşmaya başladığınızı hissederseniz okumanızı kesinlikle önerebileceğim bir başucu kitabı diyebilirim. Tam anlamıyla bir dostluk ve empati manifestosu diyebiliriz özetle onun için.
           
Nitekim kitabın finalinde ayrılık var. Küçük dostumuz o küçük gezegenine, küçük koyununu alarak dönme gereği duyar. Çünkü gezegeninde geride bıraktığı küçük bir gülü daha vardır. Dönüş yolculuğunu ise bedeninin yorgun ağırlığından dolayı bedeni olmadan farklı bir şekilde yapar. Pilot ne olduğunu nasıl gittiğini anlayamaz hatta küçük dostunun öldüğünü sanarak onu kaybetmenin acısını yaşar. E sonuçta o da bir yetişkindir artık. Yetişkinlerin kitabında var bardağın hep boş tarafını görmek. Küçük Prens bu ölür mü hiç? Ona yakışır mı ölmek? Nasıl kaybolabilir böyle bir masumiyet? Kendi gezegeninde koyunuyla çiçeğiyle mutlu mutlu yaşıyordur eminim. Kendisi gitmiştir ama ardında insanlara mesajlar bırakarak bir şeyleri öğreterek gitmiştir o.
Mesela kitabı okuyanlardan kaçınız unutabilirsiniz ‘gözlerin her zaman gerçeği görmediğini, insanın ancak gerçeğin mayasını yüreğiyle baktığı zaman görebileceğini?’. Hepimizi düşündüren bir Küçük Prens sözü değil midir bu?
Pilota gelince onun için bu talihsiz kaza belki de yeni başlangıçlardır. Zaten kendisi de Küçük Prens’in hikâyesini neden bizimle paylaşmak istediğini de şu sözlerle açıklar: “Onu anlatmaya çalışmak unutmak istemeyişimdendir. İnsanın arkadaşını unutması ne acı. Kaldı ki arkadaşı olan kaç kişi var içimizde?”.

Küçük Prens kitabını okuyanların, yıldızlara baktığında düşündükleri ortak soru şudur: Koyun çiçeği yedi mi? Sahiden yediğini düşünen var mıdır acaba? Sizce iki iyi dostun en kıymetlileri birbirlerine zarar verebilirler mi? Hele ki o küçük gezegende birbirlerine o kadar muhtaçken? Sizi bilmem ama ben yıldızlara bakıp en parlağını bulduğumda aklıma gelir de hep şöyle düşünürüm: Acaba çiçekte koyunda ne kadar büyümüştür? Aksine olumsuz bir şey düşünmem imkânsız. Olumsuz düşünenlerde kitabı gözleriyle okuyanlardan başkası değildir zaten. Ancak kalbinizle okursanız bunu anlayabilirsiniz. Bir gün herkesin en parlak yıldızını bulabilmesi dileklerimle…

                                                                                   Misafir No: 1




9 Şubat 2017 Perşembe

Film Eleştirisi: Elveda Berlin

  • ·         1998 Bavaria film ödülleri-En iyi genç yönetmen (Kısa ve acısız)
  • ·         2004 Avrupa film ödülleri-En iyi film, izleyici ödülü (Duvara karşı)
  • ·         2007 Bavaria film ödülleri-En iyi yönetmen (Yaşamın kıyısında)
  • ·         2007 Cannes film festivali-En iyi senaryo (Yaşamın kıyısında)

     En iyi filmleri en iyi yönetmenler yönetir. Fatih Akın’ın yönetmenliğini yaptığı bu filmi de en iyiler listesinde görülmeye değer. “Elveda Berlin” adlı başyapıtın kat kat önem kazanmasındaki etkenlerden biriside Maik Klingenberg ve Andrej Tschichatschow “Tschick” adlı karakterlerde, ergenlik çağlarındaki iki çocuğun hisleri, istekleri, duygu ve düşünceleri noktasında ortak bir yönde birleştirebilmek ve bunu seyirciye harika bir şekilde aktarmak hatta seyircinin ders çıkarmasını sağlamaktır. Akın’ın filminde karmakarışık, ayrıntılı olay örgüsü olduğunu söyleyemeyiz. Bunun yanında önyargı, cesaret, arkadaşlık gibi konuları sade, açık ve anlaşılır bir dille beyaz perdeye aktardığı kaçınılmaz. Akın drama-komedi türündeki bu gençlik filmini en keyifli senaryoyla gözler önüne seriyor.
     Ayrıca filmde hayranlıkla izlediğim konulardan biride iki başkarakterin oyunculuklarını haddinden fazla iyi oynamaları, daha kendileri ergenlik dönemlerinde olmalarına rağmen rollerini seyirciye tamamen gerçekçi bakış açısıyla yansıtmalarıdır. Akın’ın oyuncuları yönünden de çok şanslı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
      Maik ve Tschick’in ortak bir noktada birleşmeye çalışmaları, ilişkilerinin gün geçtikçe samimiyet kazanmasının iki çocuğunda ortak sorunlarının olmasına bağlayabiliriz. Maik’in aile hayatı, ilgisiz bir baba ve alkolik bir annesinin olması ona her yönüyle kendi sorunlarını kendisinin çözmesinden başka bir yol bırakmamıştır. Öte yandan sıkıcı aile hayatına okulda ilgi duyduğu Tatjana’da eklenince beklediği karşılığı alamadığı için hayat daha sıkıcı hale gelmeye başlamıştır. Ta ki yaz tatilinin ve hayatının en güzel günlerini yaşayacağı kişi olan filmin en ilginç karakteri, Rus göçmeni, kendini Yahudi çingene olarak tanımlayan yoksul, alkolik fakat korkusuz, cesaretli ve zeki bir çocukla yani Tschick’le tanışana kadar. Tschick’in Maik’in sınıfına gelerek onun yanına oturması Maik’i her ne kadar tedirgin etse de sonrasında yaşadığı olaylar onu bambaşka ve cesaretli bir insan yapmasına sebep olmuştur. Eski bir Lada, Berlin’den biraz uzaklaşmak, uzun yollar, mısır tarlaları, özgürlüğün verdiği mutluluk Maik ve Tscick’in hayatına yepyeni farklılıklar getirmiştir. Çevresindeki olumsuzluklardan uzaklaşan iki ergen çocuk yaşlarına rağmen boylarından büyük işlere kalkışarak kendilerine başka bir dünya yaratmışlardır. Böylelikle insanların birbirlerinden etkilenerek hayatlarının nasıl değiştiğini bu filmde apaçık görebiliyoruz. Maik’in Tatjana adlı sınıftaki kız arkadaşına olan tutkusunun yaşadıkları olaylardan sonra sadece ondan ibaret olmadığının farkına vararak kendine yeni bir yol çizmesine neden olmuştur. Yolculuk esnasında arabalarının benzini bitince benzin çalmaya karar verdiklerinde hortum aramak için gittikleri yıkıntı ve çöplükte Isa adlı bir kızla karşılaşmaları kendilerine eşlik edecek yeni bir arkadaş hatta Maik için yeni bir aşkın başlangıcı olmuştur. Isa, filmde kısa bir süre yer almasına rağmen rolünü başarılı bir şekilde canlandıran, filmde büyük bir etki yaratan yine hızlı değişimiyle aniden görünüp kaybolan diğer başarılı oyuncudur. Yolculukta karşılaşılan diğer aile ise bir annenin çocuklarıyla mutlu olabilmenin yollarını zekice ortaya koyuyor.

      Genel olarak kısa zamanda gerçekleşen köklü bir değişim. Filmin sonunda yaşadıkları talihsiz kazadan bile birlikteliği ve dostluğu öğrenen, yaptıklarından pişman olmayan her zaman dürüst davranan, hayata daha farklı gözlerle bakan çocuklar görebiliyoruz.

      “Elveda Berlin” Maik ve Tschick’e çok önemli deneyimler kazandırdığı gibi seyirciye de dostluğu, samimiyeti, dürüstlüğü, hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını, sorunları birlikte aşabilmeyi ve en önemlisi önyargılardan kurtulmayı amaçlayan beyaz perdedeki öğretici filmlerden bir tanesi.
                                                                                               
 Misafir No: 1