15 Şubat 2017 Çarşamba

Küçük Prens

Büyüklerin küçük kahramanı. Masumiyetin en saf hali. Antoine de Saint Exupery’nin Küçük Prens adlı kitabının çok sevildiğini biliyorum. Çocuk kitabı olmasına rağmen büyüklerin daha çok ilgisini çekiyor bu kitap. Peki, neden seviyoruz bu sevgili dostumuzu bu kadar? Her okuyuşta kendimizden bir şeyler bulduğumuz için mi acaba? İnsanların en dip köşelerinde kalmış o masumane, çocuksu duyguları açığa çıkarıp dile getirdiği için mi yoksa?
            Bu kitabı ilk kez okuduğumda sanıyorum 11-12 yaşlarındaydım. Tabii her çocuk gibi önce kitaptaki resimler dikkatimi çekmişti. Çünkü o resimler farklıydı. Basitti. Bir ressamın elinden çıkmadığı belliydi ama sevgi doluydu sanki. Yani bana böyle hissettirmişti. Sonra okumaya başladım altı yaşında bir çocuğun resimle yakından ilgilenmesiyle başlıyordu hikâye. Büyüklere çizdiği resimleri gösterince ise aldığı cevaplar pek de olumlu olmuyordu. Çünkü büyükler onun o resimlerde anlatmak istediğini hiçbir zaman anlamıyorlar ve sadece bununla da kalmayıp onu bu yeteneğinden vazgeçirmeye çalışıp coğrafya, matematik, aritmetik gibi daha bilimsel derslerle uğraşması gerektiğini söylüyorlardı. Büyüklerinin istedikleri ne yazık ki olur. En azından bir çocuğun hevesini kırmaya yetebilecek kadar doğru düşünürler hep onlar zaten. Öyle de olmuştu. Onu resimle uğraşmaktan vazgeçirmeyi başarmışlardı. Ve çocuk pilot olmuştu. Büyükler ne kadar uğraşıp bir yerde rotayı değiştirseler de insanların hayatlarında başlarına gelebilecek güzel şeyleri değiştiremezler. Coğrafyaya büyük ilgi duyan pilotumuzun yolu bir gün talihsiz bir kazayla ıssız bir çöle düşmüştü. İşte asıl hikâye ise burada başlamıştı. Aslında pilotumuz o kadar şanslıydı ki her büyüğün karşılaşması gereken bir dost çıkmıştı orada karşısına. Küçük Prens.
            Kitabı okuyup bitirdiğimde düşündüm, özümsemeye çalıştım daha doğrusu. Pusula niteliğinde bir kitap adeta. Bu kitabı bitirip o son sayfayı kapatırken aslında hepimizin Küçük Prens gibi bir dosta ihtiyacımız olduğunu düşündüm. Küçük şeylerle mutlu olabilen bir Küçük Prens’e.
            İnsanların hayatlarında kırılma noktaları olur. İşte bu dönemde bir kitap, bir müzik, bir film başrol oynar. Yön verir hayatınıza, bir şeyleri sorgulamanızı sağlar mesela. İşte benim başrolüm Küçük Prens. Bu kitapta verilmek istenen mesaj o kadar fazla ki aslında almak isteyene. Her okuyan kendini bir yerde bulur. Ve herkesin bulunduğu yer farklıdır bence. Hayatımın sonuna kadar bıkmadan tekrar tekrar okuyabileceğim bir eser. İnsani duygularınızdan ne zaman uzaklaşmaya başladığınızı hissederseniz okumanızı kesinlikle önerebileceğim bir başucu kitabı diyebilirim. Tam anlamıyla bir dostluk ve empati manifestosu diyebiliriz özetle onun için.
           
Nitekim kitabın finalinde ayrılık var. Küçük dostumuz o küçük gezegenine, küçük koyununu alarak dönme gereği duyar. Çünkü gezegeninde geride bıraktığı küçük bir gülü daha vardır. Dönüş yolculuğunu ise bedeninin yorgun ağırlığından dolayı bedeni olmadan farklı bir şekilde yapar. Pilot ne olduğunu nasıl gittiğini anlayamaz hatta küçük dostunun öldüğünü sanarak onu kaybetmenin acısını yaşar. E sonuçta o da bir yetişkindir artık. Yetişkinlerin kitabında var bardağın hep boş tarafını görmek. Küçük Prens bu ölür mü hiç? Ona yakışır mı ölmek? Nasıl kaybolabilir böyle bir masumiyet? Kendi gezegeninde koyunuyla çiçeğiyle mutlu mutlu yaşıyordur eminim. Kendisi gitmiştir ama ardında insanlara mesajlar bırakarak bir şeyleri öğreterek gitmiştir o.
Mesela kitabı okuyanlardan kaçınız unutabilirsiniz ‘gözlerin her zaman gerçeği görmediğini, insanın ancak gerçeğin mayasını yüreğiyle baktığı zaman görebileceğini?’. Hepimizi düşündüren bir Küçük Prens sözü değil midir bu?
Pilota gelince onun için bu talihsiz kaza belki de yeni başlangıçlardır. Zaten kendisi de Küçük Prens’in hikâyesini neden bizimle paylaşmak istediğini de şu sözlerle açıklar: “Onu anlatmaya çalışmak unutmak istemeyişimdendir. İnsanın arkadaşını unutması ne acı. Kaldı ki arkadaşı olan kaç kişi var içimizde?”.

Küçük Prens kitabını okuyanların, yıldızlara baktığında düşündükleri ortak soru şudur: Koyun çiçeği yedi mi? Sahiden yediğini düşünen var mıdır acaba? Sizce iki iyi dostun en kıymetlileri birbirlerine zarar verebilirler mi? Hele ki o küçük gezegende birbirlerine o kadar muhtaçken? Sizi bilmem ama ben yıldızlara bakıp en parlağını bulduğumda aklıma gelir de hep şöyle düşünürüm: Acaba çiçekte koyunda ne kadar büyümüştür? Aksine olumsuz bir şey düşünmem imkânsız. Olumsuz düşünenlerde kitabı gözleriyle okuyanlardan başkası değildir zaten. Ancak kalbinizle okursanız bunu anlayabilirsiniz. Bir gün herkesin en parlak yıldızını bulabilmesi dileklerimle…

                                                                                   Misafir No: 1




Hiç yorum yok: